Yapay zekâ araştırmaları çıkmaz bir sokağa sapmış olabilir

Thomas Nail

Çeviren: Oğuz Karayemiş

Philip K. Dick’in 1968 tarihli ikonik bilimkurgu romanı Androidler Elektrikli Koyun Düşler mi?, başlığında merak uyandırıcı bir soru ortaya koyar: akıllı bir robot düş görecek midir?

Kitabın yayımlanmasının ardından geçen 53 yılda, yapay zekâ araştırması kayda değer ölçüde olgunlaştı. Ancak Dick’in teknoloji hakkında başka yollarla kehânette bulunmasına rağmen, başlıkta ortaya koyulan soru YZ araştırmacılarının ilgilendiği bir şey değil; hiç kimse elektrikli koyun düşleyen bir android icat etmeyi denemiyor.

Niçin? Büyük oranda, çoğu yapay zekâ araştırmacısı ile bilim insanı, özgül görevleri yerine getirmek üzere programlanan “zeki” yazılımlar tasarlamaya çalışmakla meşgul oldukları için. Gündüz düşlerine vakit yok.

Yahut var mı? Ya akıl ve mantık zekânın kaynağı değil de ürünüyse? Ya zekânın kaynağı düşleme ve oyuna daha yakınsa?

“Kendiliğinden dalgalanmaların nörobilimi”ne dair yakın zamanlı araştırmalar bu yöne işaret ediyor. Eğer doğruysa, insan bilinci anlayışımızda bir paradigma değişimi olacaktır. Ayrıca, neredeyse bütün yapay zekâ araştırmalarının düpedüz yanlış yöne gittiği anlamına da gelecektir.


Yapay zekâ arayışı, İngiliz matematikçi Alan Turing ile Macar-Amerikalı matematikçi John von Neumann tarafından 65 yıl önce başlatılan modern hesaplama biliminden [science of computation] hareketle serpildi. O günden beri, yapay zekâ üzerine çalışmak üzere çok sayıda yaklaşım oldu. Ancak bütün yaklaşımlar tek bir ortak şeye sahip: zekâyı hesaplama biliminin bakış açısından, yani bir bilgi girdisi ve çıktısı olan bir bilgisayar gibi ele alıyorlar.

Bilim insanları ayrıca yapay zekâyı insan beyinlerinin nöral şebekeleri üzerinde modellemeyi de denediler. Bu yapay nöral şebekeler “derin öğrenme” teknikleri ile “büyük veri”yi, satranç, go, poker oynamak ya da yüzleri tanımak gibi bir takım insani yeteneklere yaklaşmak ve eninde sonunda geçmek üzere kullanırlar. Fakat bu modeller ayrıca beyne, çoğu nörobilimcinin yaptığı gibi, bir bilgisayar gibi davranır. Fakat bu fikir, zekâ tasarlamak için doğru fikir midir?

Yapay zekânın mevcut durumu alanda olanların “dar YZ” dedikleri şeyle sınırlı. Dar YZ, tüm olasılıkların bilindiği kapalı bir sitemdeki özgül görevleri yerine getirmede sivrilir. Yaratıcı değildir ve yeni durumlarla karşılaştığında genelde bozulur. Diğer yandan araştırmacılar “genel YZ”yi, bilginin bir problemden diğerine yenilikçi aktarımı olarak tanımlıyorlar.

Şimdiye dek, YZ’nin erişmeyi başaramadığı ve sahadakilerin çoğunun yalnızca aşırı derecede uzak bir olasılık olduğuna inandığı şey budur. Çoğu YZ araştırmacısı, hipotetik bir “zekâ patlaması”na bağlı olarak insanlardan daha zeki hale gelecek “süper zeki YZ” denilen şeyin olasılığı hakkında daha bile az iyimser.

Bilgisayar Beyinler?

Beyin bir bilgisayar gibi bilgi aktarıp alır mı? Yahut, beyni bu şekilde düşünmemizin nedeni, kâdim zamanlardan beri, insanların daima en son teknolojilerini beyinlerimizi betimlemek üzere bir metafor olarak kullanması mı?

Elbette bilgisayar-beyin metaforunun anlamlı olduğu bazı yollar bulunur. Bir nörona kuşkusuz ikili [binary] bir numara atayabiliriz: ya ateşlenmiş “1” ya da ateşlenmemiş “0”. Tek tek nöronların ateşlenmesi için gereken elektrokimyasal eşikleri dahi ölçebiliriz. Teoride bu bilgiye dair nöral bir harita herhangi bir verili beyin olayının nedensel patikasını ya da “kodunu” vermelidir. Fakat deneysel olarak vermez.

Yeni başlayanlar için bunun nedeni, verili bir nöronda neyin etkinleşip “1” neyin etkinleşmeyeceğini “0” belirleyebilen transistörler gibi mantık kapıları için sabit voltajların olmamasıdır. Onlarca yıllık nörobilim, transistörler ya da ikili bilginin aksine nöronların işlevlerini ve ateşleme eşiklerini değiştirebildiklerini deneysel olarak kanıtlamıştır. Buna “nöroplastisite” denir ve bilgisayarlarda bu yoktur.

Bilgisayarlarda ayrıca, nöronlar arasında akan ve onların ateşlenme etkinliği, etkililik ve bağlılıklarını dönüştüren “nöromodülatörler” denen kimyasalların eşdeğerleri de bulunmaz. Bu beyin kimyasalları, nöronların birbiri üzerine ateşleme olmaksızın etkide bulunmasını sağlar. Bu da ikili “ya/ya da” mantığını ihlâl eder ve çoğu beyin etkinliğinin, etkinleşmiş ve etkinleşmemiş bir durum arasında vuku bulduğu anlamına gelir.

Üstelik, nöron ateşlenmesinin nedeni ve örüntüsü, nörobilimcilerin “kendiliğinden dalgalanmalar” [spontaneous fluctuations] dediği şeye de tâbidir. Kendiliğinden dalgalanmalar beyinde, hiçbir dışsal uyaran ya da onlara tekâbül eden hiçbir zihinsel davranış yokken bile vuku bulan nöral etkinliklerdir. Bu dalgalanmalar beyin etkinliğinin şaşırtıcı bir %95’ini teşkil ederken, bilinçli düşünce yalnızca %5’ini işgal eder. Bu şekilde, bilişsel dalgalanmalar beynin kara maddesi ya da “çöp” DNA’sı gibidir. Olan bitenin en büyük parçasını teşkil ederler ancak gizemli kalırlar.

Nörobilimciler, elektrikli beyin etkinliğindeki bu öngörülemez dalgalanmaları 1930’lardan bu yana bilmekte, fakat onların neyden müteşekkil olduklarını bilmemekteydi. Genelde bilim insanları, dışsal uyaranlara yanıt veren ve zihinsel bir durum ya da fiziksel davranışı tetikleyen beyin etkinliğine odaklanmayı tercih etmişlerdir. Verilerden gelen “gürültünün” geri kalanının “ortalamasını alırlar”. Lâkin özellikle bu dalgalanmalar yüzünden nöronlarda “1” diyebileceğimiz hiçbir evrensel etkinleşme düzeyi yoktur. Nöronlar durmaksızın ateşlenir, fakat çoğunlukla nedenini bilmeyiz.

Bu kendiliğinden dalgalanmaların kaynağı ne olabilir? Kendiliğinden düşüncenin nörobilimindeki yakın zamanlı araştırmalar, bu dalgalanmaların içsel nöral mekaniklerle, kalp ile kas etkinliğiyle ve dünyaya yanıt veren ufak fiziksel hareketlerle ilişkili olabileceğini öne sürmektedir. 2010 yılında Yale Üniversitesi Tıp Okulu’nda David McCormick’in ve 2011 yılında Caltech’te Christof Koch’un gerçekleştirdiği diğer deneyler, nöral ateşlemenin komşu nöronların nasıl ateşlenebileceğini etkilemek ve karıştırmak için yeterince güçlü elektromanyetik alanlar yarattığını göstermiştir.

Beyin kendisine yaklaştığımızda daha da vahşi hale gelir. Elektrokimyasal eşikler nöronları etkinleştirdiği için, ilkesel olarak tek bir proton bir nöronun ateşlenmesine neden olan fark olabilirdi. Eğer bir proton, fizikçilerin “kuantum tünelleme” dediği şeyde atomik bağlarından kendiliğinden sıçrarsa, bu ani bir nöron etkinliği çağlayanına neden olabilirdi. Bu yüzden ölçülebilir en küçük düzeyde dahi nöronun fiziksel yapısı, ikili olmayan bir belirlenimsizliğe sahiptir.

Bilgisayar transistörleri de aynı probleme sahiptir. Üreticiler daha küçük elektronik parçalar ürettikçe, transistörler daha küçük hale geldikçe, elektronlar da daha ince bariyerleri kendiliğinden kuantum tünelleyerek hatalar üretecektir. İşte bu yüzden mühendisler, tıpkı çoğu nörobilimci gibi, ikili sinyallerinden “ardalan gürültüsü” ile “başıboş” elektrik alanlarını filtrelemek için büyük çaba gösterirler.

Bu, bilgisayarlar ve beyinler arasındaki büyük bir farktır. Bilgisayarlar için, kendiliğinden dalgalanmalar sistemi çökerten hatalar yaratırken, beyinlerimiz için bu bir yerleşik özelliktir.

YZ’nin geleceği düşündüğünüz şey değil

Ya gürültü yeni sinyalse? Ya bu aykırı dalgalanmalar insan zekâsının, yaratıcılığının ve bilincinin kalbindeyse? İşte bu tam da Georg Northoff, Robin Carhart-Harris ve Stanislas Dehaene gibi nörobilimcilerin gösterdiği şeydir. Bilincin, eşzamanlı kendiliğinden dalgalanmaların iç içe geçmiş frekanslarından doğan zuhur eden bir haslet olduğunu iddia ediyorlar. Bu teoriyi uygulayan nörobilimciler, sadece beyin dalgalarına bakarak birinin bilinçli olup olmadığını bile söyleyebilmekteler.

YZ kendini onlarca yıldır nörobilim üzerinde modelliyor, fakat bu yeni yönü takip edebilir mi? Örneğin Stanislas Dehaene, zekânın bilgisayar modelinin “derinlemesine yanlış” olduğunu düşünüyor, kısmen “kendiliğinden etkinlik”, onun “en sık gözden kaçırılan özelliklerinden biri olduğu” için. Bilgisayarların aksine “nöronlar sadece gürültüye katlanmakla kalmaz, hatta onu” karmaşık problemlere yeni çözümler üretmeye yardım etmek üzere “yükseltir de”.

“Bir çığın olasılıksal bir olay olup kesin olmaması gibi, nihayetinde bilinçli algıya giden beyin etkinliği çağlayanı da tümüyle belirlenimli olmaktan uzaktır: bizzat aynı uyaran bazen algılanıp bazen tespit edilmeden kalabilir. Farkı ne yaratır? Nöral ateşlemedeki öngörülemez dalgalanmalar, bazen gelen uyarana uyar ve bazen de ona karşı koyar.”

Buna uygun olarak, Dehaene YZ’nin bilinçli olmak için eşzamanlı kendiliğinden dalgalanmalara yakın bir şeye gereksinim duyacağına inanıyor. Surrey Üniversite’sinde Moleküler Genetik akademisyeni olan Johnjoe McFadden, kendiliğinden elektromanyetik dalgalanmaların yakın bir şekilde gruplanmış nöronların yeni uyum davranışları üretip eşzamanlı kılmalarına yardım eden bir evrimsel avantaj bile olmuş olabileceği yorumunda bulunuyor. “EM alan etkileşimleri olmaksızın” diye yazıyor, “YZ ebediyen aptal ve bilinçsiz kalacaktır”. Alman nörobilimci Georg Northoff, bir “bilinçli … yapay yaratığın”, kendiliğinden dalgalanmaların “iç içe geçmesi ve genişlemesi … gibi uzam-zamansal mekanizmalar göstermesi gerekeceğini” ileri sürüyor.

İlişkili bir şekilde Melbourne Üniversitesi’ndeki bir yapay zekâ araştırmacısı olan Colin Hales, YZ bilimcilerinin, diğer bilim insanlarının yapay kalpler, mideler ya da karaciğerler yaptığı şekilde yapay bir beyin yaratmayı henüz denememiş olmasının ne kadar da tuhaf olduğunu gözlemlemiştir. YZ araştırmacıları bunun yerine mütekabil fizikleri olmaksızın teorik nöron örüntüsü modelleri yaratmışlardır. Hales, bunun sanki YZ araştırmacılarının, uçaklar inşa etmek yerine asla yerden yükselmeyen uçuş similatörleri tasarlaması gibi olduğunu söylüyor.

Kendiliğinden beyin dalgalanmalarına dair son bilim YZ’yi düşünme biçimimizi nasıl değiştirebilir? Eğer bu çağdaş nörobilim doğruysa, YZ ikili bilgi girdi ve çıktıları olan bir bilgisayar olamaz. İnsan beyni gibi onun etkinliğinin de %95’i, bizim bilinçsiz, dalıp giden ve düşleyen zihinlerimize yakın iç içe “geçmiş” kendiliğinden dalgalanmalar olmak zorunda olacaktır. Hedef-yönelimli ve araçsal davranışlar, onun gelişmiş biçiminin ufak bir yüzdesi olacaktır.

Onun elektroenselogramına (EEG) baksaydık, Dehaene’nin zorunlu olduğunu deneysel olarak gösterdiği benzer “bilinç imzalarına” sahip olması gerekirdi. Niçin bilincin bizimkini tanımlayan imzalardan bağımsız olarak var olmasını bekliyoruz? Ancak, bu YZ araştırmasının yaptığı şeydir. YZ ayrıca muhtemelen bilim insanlarının şu anda filtrelediği kuantum ve elektrodinamik karmaşaları kullanışlı kılmak gereği duyacaktır.

Kendiliğinden dalgalanmalar, gömülü bilincin fiziksel maddesinden gelirler. Maddeden bağımsız zekâ diye bir şey yoktur. Bu yüzden, bilinçli zekâya sahip olmak için bilim insanları, YZ’yi, duyarlı ve kendi anatomisi ile dünyaya belirlenimli olmayan bir şekilde yanıt veren maddi bir bedenle birleştirmek durumunda kalacaklardır. Onun içgüdüsel dalgalanmaları dünyanınkilerle, bir gölete atılan çakıl taşlarının oluşturduğu kırınım dalgaları gibi çarpışacaktır. Bu şekilde, önden programlanmış komutlara sahip olmayan bütün diğer zekâ formları gibi deneyim vasıtasıyla öğrenecektir.

Bilişsel dalgalanmaların bilinç için şart oldukları doğruysa, dingin durumlarda istikrarlı frekansların zuhur etmesi ve birbirleriyle eşzamanlı hale gelmesi de zaman alacaktır. Nitekim, bu tam da zamanla daha yüksek ve daha çok iç içe geçmiş nöral frekanslar geliştirdiklerinde çocukların beyinlerinde gördüğümüz şeydir.

Bu nedenle YZ muhtemelen başlangıçta çok da zeki olmayacaktır. Zekâ, kendi dalgalanmalarını dünyayla eşzamanlı kılmaya çabalayan organizmaların hareketliliği vasıtasıyla evrildi. Dünya boyunca devinip onunla eşgüdümlenmeyi öğrenmek zaman alır. Bilimkurgu yazarı Ted Chiang’ın yazdığı gibi, “deneyim algoritmik olarak sıkıştırılamazdır”.

İşte bu nedenle düş görmek bu kadar önemlidir. Deneysel araştırmalar, düşlerin anıları pekiştirip öğrenmeye olanak sağladığını doğruluyor. Düşlemek ayrıca, istisnai şekilde oyuncu ve özgürce ilişkili bilişsel bir dalgalanma durumudur. Eğer bu doğruysa, neden insan düzeyi zekânın düşler olmadan zuhur edeceğini beklemek zorunda olalım? İşte bu yüzden yeni doğanlar, eğer REM uykusu sırasında düş görürlerse yetişkinlerin iki katı kadar düş görürler. Öğrenecekleri çok şey bulunur, androidlerin de olacağı gibi.

Bana göre, araştırmacılar kapitalizm için hesaplama köleleri tasarlamaya çalışmayı bırakıp zekânın has kaynağını ciddiye almaya başlamazlarsa insan düzeyi YZ’ye yönelik hiçbir ilerleme olmayacak: dalgalanan elektrikli koyun.


Thomas Nail, “Artificial intelligence research may have hit a dead end”, Salon: salon.com’dan tercüme edilmiştir.

Yorum bırakın