Yangınlar ve Mücadelelerimizin Geleceği

Son on yıllar politik alanın giderek daraldığı ve kitlelerin, gerek neoliberalleşme gerekse otoriterleşme gibi eğilimler karşısında yaşamları üzerindeki denetimi giderek daha büyük oranda kaybettikleri bir dönem oldu. Kuşkusuz bu dönem, aynı zamanda, kitlesel mücadelelerin bu daralma ve kayıplar karşısında seferber oldukları, bu tarz politikaları işleten hükumetler ile küresel güçleri yer yer sarstıkları, yer yer başarılar yakalayıp yer yer daha şedit baskı biçimleriyle yüzleşmek durumunda kaldıkları büyük toplumsal olaylara da sahne oldu. Türkiye özelinde kapitalizm, sömürgecilik, ataerki ve heteroseksizm karşıtı mücadeleler 2013 Gezi Olay’ında kesişti ve burada yükselen özgürleşmeci eğilimler, ardından gelen karşı-devrimci istibdat rejimi tarafından boğulmaya çalışıldı. Genel manzarada belki de politik alanın daralması ile mücadelelerin gerilemesinin en şiddetli hissedildiği ülkelerden biri de Türkiye oldu.

Mevcut durumda, irili ufaklı onlarca saldırıya tanıklık ediyoruz. Özellikle sermayenin güdümündeki ataerkinin, sömürgeciliğin ve onlarla kesişen ekolojik talanın, kurumların içinin boşaltılmasının, idari çözülmenin ve şiddetlenen yoksullaşmayla paralel giden kayırmacı zenginleşmenin yarattığı manzaralar, hepimiz için kudretle kudretsizliğin, umutla umutsuzluğun içe içe geçtiği bir gerçeklik teşkil ediyor. Son yangınlar neredeyse tüm bunları bünyesinde birleştiren yakıcı bir örnek olarak tasavvur edilebilir.

Lâkin ne olursa olsun, tüm bu kederli manzaraların içinde kitlesel bir öfke ve harekete geçme arzusu da tomurcuklanıyor. Yine yangınlar, yanan ekosistemlerin parçası olan köylülerin, kıyı şeridindeki kasaba ve şehirlerin sakinlerinin, sadece kendi evleri veya mülkleri için değil, bir parçası oldukları ekosistemler ile onu dolduran tüm diğer canlılar için kazma ve kürekle, hatta çıplak elle, buldukları her tür suyla, uykusuz kalarak, elleri ve yüzleri alazlana alazlana, neredeyse ölümüne mücadelelerine de tanıklık ediyor. Ayrıca zaman zaman kameralara yansıyan öfkelerine de. Çöken veya “arazi” talanı için pusuya yatan merkezi idarenin yarattığı boşluğu, kendi kudretlerini dayanışa dövüşe arttırarak, seslerini duyurmak adına her fırsatı ve aracı sonuna kadar kullanarak doldurmaya çalışan bu kitlesel mücadele, geleceğe bakarken ayaklarımız basabileceğimiz bir zemindir de.

Çıplak elleriyle yangını söndürmeye çalışan insanlar

Yaşanan felaket ile insanların mücadelesi hâlâ sürdüğü ve tabloyu bütüncül bir şekilde görmek imkânsız olduğu için, yangınlarla mücadeleler üzerine değil, ancak onlar vesilesiyle mülteciler, iktisadî kriz vb. gibi birçok ekolojik, iktisadî, toplumsal vb. sorunda da karşımıza çıkan kitlesel tepki/eylem örüntülerinin nedenlerine dair bir çerçeve çizmeye çalışacağım. Görünen o ki, (sınıfsal, feminist, sömürgecilik karşıtı, ekolojist vs.) çok sayıda mücadelenin şimdisi ile özgür ve eşit bir gelecek arasında bir dizi problem dikiliyor. Burada ikisine işaret etmek istiyorum, ki bu ikisinin iç içe geçtiği söylenebilir:

1. Merkezi idarenin, kanun çerçevesinde dahi yapması gerekenleri yapmadığı bu konjonktürde, bir sorun karşısında yerel mahiyette ve sosyal medya üzerinde dayanışmalar hızlıca örgütlenebilse de kurumsal çözülme, partili veya partisiz muhalefetin kurumlarını da vurduğundan mevcut dağınıklık, bu dayanışmacılığın evrilerek daha güçlü bir ortaklığın ve buna dayanan bir mücadelenin tesis edilmesini engelliyor.

2. Biriken öfke ve harekete geçme arzusu ise, kapitalist devletin yonttuğu sömürgeci prizmalardan geçip Kürtlere veya mültecilere yönelik ayrımcı pratik ve söylemlerle eklemlenerek yıkıcı ve kurucu gücünü daha baskıcı kuvvetlere kaptırma eğilimi taşıyor. Muhakeme yetisinin, özellikle öğrenim ve ötekiyle karşılaşma imkânlarının gerilemesinde temellenen kitlesel kaybı, insanların başlarına gelenlerin nedenleri ile eylemlerinin araç, amaç ve sonuçlarını değerlendirme kapasitesini azaltıyor. Bazı teorisyenlerin “hakikat sonrası” da dediği durumumuz içinde, yalan haber ve kışkırtma amaçlı çarpıtmaların kazandığı etki ağırlığını da bunun bir sonucu olarak görebiliriz.1

Bu iki problem, neredeyse döngüsel bir şekilde birbirlerini besleyip büyütüyor. Zira kurumlarımızın çözülmesi ve getirdiği örgütsüzleşme, bizleri yalıtarak muhakeme yetisinin gelişmesinin koşulu olan ötekiyle karşılaşma ve istişare imkânlarını baltalarken muhakeme yetisinin kaybı da nedenlerin, araçların, amaçların ve sonuçların değerlendirilmesini zayıflayarak bizleri doğru amaçlar ve araçlarla doğru hedefleri belirleme kabiliyetinden yoksun bırakıyor ve öfkemizin —özgürleşmeci oluşumlar yerine— (mikro-)faşist oluşumlara tercümesini kolaylaştırıyor.

Kabaca betimlenen gerçek durumumuz hakikaten buysa, hedefimizi, kapitalist toplum içinde başımıza gelenlerin gerçek mekanizmalarının bilgisini, imgeler ve sözceler üreterek tekrar dolaşıma sokmak olarak belirleyebiliriz. Zira her şeyin görselleştiği ve metinlerin minimalleştiği bir dünyada bu bilginin dolaşımını, bir kanaat aktarımının ötesinde belki de bir sorunsallaştırıcı karşılaşma olarak örgütlemek, zayıflayan kitlesel muhakeme yetisini yeniden ayağa kaldırabilir. Burada sorunsallaştırma ile, görme/görmeme, duyma/duymama, harekete geçme/geçmeme gibi tüm veçheleriyle varoluş tarzlarımızı ve yerel, ulusal ve küresel ölçekte onu belirleyen tüm iktidar ve sermaye ilişkilerini tartışmaya hem pratik hem de teorik olarak açmayı kastediyorum. Bu sorunsallaştırma pratiği, başımıza gelenlerin nedenlerini, ona karşı harekete geçmenin araçlarını, onun karşısında amaçlanabilecek yeni varoluş tarzlarını ve ne şekilde örgütlenip yeni kurumlar tesis edebileceğimizi tahayyül etmemize yardım edebilir.

Bu tahayyülü, yangınlardaki mücadelelerin de gösterdiği üzere bizlerin kudretlerini, bu kudretlerin ortak yaşamı olumlayan veçhelerini olumlamak ve diğer yöndeki eğilimler ile pratik ve söylemleri doğuran, bizleri şedit olaylarla/durumlarla karşı karşıya bırakan mekanizmaları gösterip eleştirmek üzerine kurabiliriz. İmge ve sözcelerimizi bu şekilde kurulan bir tahayyüle hasrettiğimiz zaman, başka tür bir kamu veya ortaklık duygusunu, küresel kapitalizmin ve onun bütün ulusal, yerel muhafızlarının ve memurlarının pompaladığı duyguların ve fikirlerin halesini dağıtacak şekilde güçlendirebiliriz. Türkiye’de muhtemel ve baskın bir erken seçimin, bilhassa bu kötücül duygulara ve kanaatlere dayanmaya çalışacağı düşünülürse, daha şimdiden korku, nefret, kin gibi ketleyici duyguları dağıtmanın, bu duyguların dayandığı öfke ve harekete geçme arzusunu doğru hedeflere yönelik olarak doğru gerekçelerle örgütlemenin önemi daha da büyük olabilir. Zira mevcut atmosferin kötü sinyalleri, oluşan öfkenin ve harekete geçme arzusunun her an (mikro-)faşist odaklarca kapılabileceğini gösteriyor. Merkezi idarenin sosyal devlet uygulamalarından geri çekilerek oluşturduğu boşlukta zuhur eden kolektif kudretleri, mevcut toplumsallık biçimimizi özgürlük ve eşitliğe doğru aşacak şekilde örgütleyebileceğimiz stratejileri tahayyül etmek bu açıdan bir ivedilik taşıyor. Üreteceğimiz her tür bilgi ve imge, dolaştırdığımız her tür mekanizma analizi, bu stratejilerin bizler ve başkaları tarafından tahayyül edilebilmesi ve bu tahayyülün ivediliğinin kavranması açısından bir duygusal-düşünsel değişime katkıda bulunabilir.

Bu mekanizmaların bilgisini, bu açıdan, sorun alanlarına yönelerek somut sorunlarda farklı boyutların iç içe geçen karmaşıklığını, görsel ve metinsel olarak bütünlüklü bir şekilde analiz etmeye odaklamayı düşünmeliyiz. Bu sayede bu görsel ve metinsel bilginin, tekil bir olayda/durumda insanların başına gelenler karşısında seferber ettikleri kudretleri, başa gelenin nedenlerini, yerel, ulusal ve küresel dinamiklerle, sermaye ve çeşitli iktidar oluşumlarıyla ilişkilerini sorunsallaştırmasını sağlayabiliriz. Bu açıdan neredeyse hiçbir sorun yoktur ki çoklu veçhelere sahip olmasın.

Sonuç olarak, mekanizmaların bilgisinin, biriken kitlesel öfkenin ve her kriz anında açığa çıkan kolektif kudretlerin yeni yollarla tahayyülü ve özgür ve eşitlikçi bir toplumsallığı kurabilecek bir kuvvetler çokluğu olarak eklemleme büyük çabasında, muhakeme yetimizi ayağa kaldırarak, hayal evrenimizi genişleterek ve bizleri kederli tutkuların esiri olmaktan koruyarak mütevazı ancak son derece önemli bir katkı üretmesi söz konusu olabilir. Toplumsal olarak bizi ve dünyamızı şu anki haliyle üreten mekanizmaların bilgisini ve eleştirisini paylaşarak, başka ihtimallere ve onu üretecek kolektif kudretlere işaret edip onları olumlayarak kolektif ve bireysel varlığımızın ufkunu biraz daha genişletebiliriz.

Notlar:

1 Muhakeme yetisinin kitlesel kaybı ve hakikat sonrasıyla ilişkisini daha ileride bir başka yazıda ele alacağım.

Yorum bırakın